10 Ocak 2010 Pazar

sen

sen

yaz

ı

dan

daha

güzelsin

bunu yaz

30 Ekim 2009 Cuma

Dağılmış su

Dağılmış su

Ne desem artık o dağıttığın su sağlaması oluyor bir yerde ayrılığın
Sana bakıyorum yüzene çizdiğim eğriler yerinde durmuyor
Oysa ne güzel gülümserdin kedi gibi
İçerlere doğru ilerleyen bir mırnav neyse bunu geç
Bunu geç karşına hayatın hırsları çıkabilir:
Kaybettiğin şeyin yakasını sessizce bırak en iyisi bu
Kuru yapraklar gibi savrul
Uykunda seni bekleyen o rüyaya git, isteksiz
Her şeyi anlamak zorunda değilim ki
ağacını hatırlama bile
Sen buraya nasıl geldin yani bu noktaya kısaca.

Seve seve kalırdım kendi yamacımda o damarsız arzu
Hevesime bulduğum nobran çıkış
Olmasa
Bütün kuyular boş sen bilmiyorsun diyebilirdim demedim

Ne desem artık dağılmış su/ya

Her tarafımda yalnızlığımın kameraları var orada nasıl durduğuma bakıyorum

Bir tuhaflık sızıyor gövdemden
Aralık bırak hayatı,
Bütün yazdıklarım aklımda

14 Haziran 2009 Pazar

kızım için günlükler

KIZIM İÇİN GÜNLÜKLER

Kızım bu günlükleri senin için tutmuştum.
Ne günlüğü diyebilirsin.
Babanın deliliklerinden biri daha işte…
Annenin hamileliğinin üçüncü ayıydı
Ona doğum hediyesi bir şeyler düşünüyordum.
Biliyorsun elle tutulur nesneleri pek sevmem.
Taşıdıkları anılarla beraber yok olmak eşyanın kaderidir diye düşünürüm.
Yok olmak düşüncesinin her türlüsü ürpertir beni.
Değişik bir şeyler aradım gene.
Neyse.
Hep şiir yaz o da olmuyor…
Sonra bu günlük tutmak fikri aklıma geldi.
Olur mu olmaz mı derken başlamışım.
Taa sen üç aylıkken yani.
Bunca yıl özenle sakladım.
Annen de ortak oldu bu sırrıma.
İlk başladığımda annenden de sakladım bu günlükleri çünkü onun için yazıyordum.
Hamileliği boyunca yazacak,
Doğumdan sonra da uygun bir zamanda sürpriz yapacaktım.
Güzel bir hediye olur diye sabırla,
Gizli gizli yazdım.
Hiç belli etmedim.
Annene garip gelen sorular soruyor,
Neler hissettiğini anlamaya çalışıyordum.
Tam bir hafiye gibi peşinde dolanıp durdum aylarca ve bana ilginç gelen her şeyi yazdım.
Ve sen doğdun.
Ama ben güzel serüvenin eğlencesine kapılmıştım bir kere,
Durmadım daha
Devam ettim.
İşte bu günlere geldim.
Yirmi beş yıl. Biliyorum şaşırmışsındır.
Neden şimdi açıklıyorum bu sırrı ve neden bu şekilde mektupla?
İnan bilmiyorum.
Belki kızarsın diye bekli de kapris yaptığımı düşünmenden korktuğum için olabilir.
Evliliğine hala alışamadım.
O da olabilir.
Sen öyle olmadığını söyleyeceksin ama kocan sanki aramızda bir duvarmış gibi geliyor bana.
Ben yaşlandım kızım.
Öyle değilse bile bana öyle geliyor.
‘Duygusallığın daha da çekilmez oldu,’ diyor annen.
Beni üzmek için söylemiyor biliyorum ama gene de bile bile üzülüyorum artık.
Hatta bu son zamanlarda yazdıklarımı annenden saklar oldum.
Zaten onun da pek okuyası yok hani.
Bir ara nerdeyse hepsini yok ediyordum.
Annen haklı galiba çekilmez olduğum konusunda, sonra vazgeçtim.
Onların her satırında sen varsın.
Nasıl düşünemedim bunu diye de bayağı kızdım sonra kendime.
Abartıyorum sanma, bu günlükler sen de gidince beni hayata bağlayan bir şey oldular.
Gülme!
Sanki ortadan kaybolmuşsun gibi davrandığımı biliyorum.
İstanbul uzak yer değil onu da biliyorum her zaman seni görmeye gelebilirim onu da biliyorum, Kocan iyi çocuk, efendi adam, hepsini biliyorum kızım.
Durumun annenin değimiyle ‘süper’, çok mutlusun.
Görüntülü telefon da çıktı.
Bütün bunların farkındayım ama, aması var işte.
Ben eski kafalıyım kızım bu devirde bile eski kafalıyım.
İçime söz geçiremiyorum.
Neyse lafı nerelere getirdim ben yine.
Çok uzattım.
Annen duymasın bunları-çok kızar- bir de onunla uğraşmayayım.
Seni çok seven Baban…

Not:Bahsettiğim günlüklerden bazı bölümleri mektubuma ekledim. Dedim ya onlar benim her şeyim artık; postada kaybolurlarsa diye korktum, hepsini yollayamadım sana.

Tekrar Seni çok seven Baban…

İLK DOĞUM GÜNÜNDEN

Bugün güzel kızım Hülya bir yaşına girdi.
Ceviz yeşili gözlerinin içine biraz daha çok ışık doldu sanki.
Burnu tıpkı benimkine benziyor; elmacık kemiklerine doğru yayılan kahverengi çilleri var. Elleriyse doğduğu günkü gibi bir bulgur tanesi kadar küçük.
Kızım benim, canımın içi…
Ona bakarken, bulgur tanesi ellerini okşarken içimde tarif edemeyeceğim duygular uyanıyor.
Bir yaşına girdi, inanmak ne güç…
Onu bana ilk gösterdiklerinde, bu değişik yaratığın karşısında sevgiden boğulmamak, erimemek için zor tutmuştum kendimi.
Hala esiriyim ya o anların, hiç tavsamadı içimdeki sevgi.
Her geçen gün artan sevgim, yeni öğrendiği bir hareketiyle ya da yeşil bir çekirdek gibi kıkırdadığında daha da dayanılmaz oluyor.
‘Çok güzel benim tatlım, babasına hiç benzemiyor,’ diyor annesi.
Ben gizli bir kıskançlık sezinliyorum bu sözlerde.
Açıklaması zor ama sezinliyorum.
Ona duyduğum aşkı paylaşmamak, ruhunu yatıştırmamak ve sanki biraz da anne olmayı doğaya yenilmek olarak gördüğü için yıllarca kaçtı Hülyamı doğurmaktan.
Şimdi de hormonlarıyla düşünceleri arasında gizli bir anlaşmaya varmış gibi huzur dolu.
O saçma filozof düşüncelerine, takıntılı şairlerin şiirlerine inanıp sürüklendiği zamanlar hariç…
Bütün kadınlar böyle, önce doğanın onlara sunduğu bu lütufla taçlanmak istemezler sonra da alışırlar taçlarına başlarlar kapris yapmaya.
Kızım ve karım çok seviyorum ikinizi de.



ADIN KONACAK

Hülya. Hülya. Hülya.
Neden böyle çark ediyor anlamıyorum; kızımız olursa adını ben koyacaktım; oğlan olursa o! Hülya kim diyor bana hala.
Tanrım delirecem.
Kim olacak kızımız.
Bu kıskançlık nöbetleri de sıktı artık.

DAHA ANNENİN KARNINDASIN

Canım benim, fıstığım annelik sana çok yakışıyor.
Yanakların pembeleşti.
Gözlerine yeşil bir ışık demeti gelip oturdu.
Bir şeyler tarif ederken; ellerin ve kolların öyle güzel daireler çiziyor ki; adeta havada kanat çırpıyorsun.
Bedeninin ağırlığı gün gün artıyor oysa ki.
Ben sizi sadece seyrediyorum.
Çok tuhaf geliyor bana bu.
Bir yabancıyım sanki.
Karnının içinde bir insan daha var, ikiniz bir şeyler yapıyorsunuz ve ben olup biten her şeyin dışındayım.
Çaresiz etrafında dönenip duruyorum.
Bugün bu duygu iyice boğdu beni.
Benden bir şeyler istediğine seviniyorum.
İkinizin kölesiyim.
Öğle uykusuna yattığında, bir ara karnını okşadım usulca.
Saçlarını, boynunu kokladım.
Yanaklarının pembeleştiğini o zaman fark ettim.
Kafka’nın değişimi aklıma geldi; ama sen bir meleğe dönüştün tatlım.



ÂŞIK OLDUN

Dilinden düşürmüyorsun kaç zamandır bu dizeleri, anlamalıydım:

karanlığın esrarengiz serüveninde
sana, ışık dolu gözlerinin hikâyesine rastladım
mutlaktın
ne kalebent bir hüznün sancısına
ne de serkeş bir aşkın sevincine meyilim vardı
sen bana bir ikazdın

Tayfun Acar



Baba ben aşık oldum galiba…’ dediğin an kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı.
Ne yapabilirim Tanrım, ne diyebilirim?
Karşımda kızım duruyor; yabancı bir erkeği övüyor, onu ne kadar çok sevdiğinden bahsediyor. Bense susuyorum.
Yüzüme asılıp kalan o eğri çizgileri, o yırtıcı rengi fark etmiyor bile.

5 Haziran 2009 Cuma

aşıktır ne sayıklasa yeridir

anlatacak çok şey var elimde tuttuğum kağıt bir kamera olsada

ben yürüyerek gideceğim
senin biletin var
kağıt biletin

nereye kadar gidersin ki

yine de
sen biliyorsun
bana göre bütün yollar o yere çıkıyor

sen güzelce yürüyorsun
ben senin dizlerine bakıyorum
eğilip bükülen dizlerine
ancak bakabiliyorum
benim gücüm
bakmaya yetiyor
senin gibi salınamıyorum yeryüzünde

hep kalabalıksın
ve heP gürültü var senin olduğun yerde

sessizce
durmayı yeğlediğin yerde

ben o yana
senin döndüğün yana
dönmeyince
karanlık oluyor

karanlık bir köşebaşında
elimde kağıt bir kamera

herkes bana bakıyor

utanmasam
buruşturup çöpe atacam kağıt kameramı

devam
kendinle barışık mısın orada?

ben demli bir çay daha içiyorum
doktorumun içme dediği saatte

gününe göre
belki bir bira

kağıt kameramın ayarlarını yapıyorum
aşk ayarlarını


bana dönüp işaret versen
sayıklasan mesala

26 Mayıs 2009 Salı

kağıt kamera

ışık
onsuz da görülebilir, görenler varmış, duyduk
görenlerden
gördüğünü iddea edenlerden
ama
o görenler
gördüğünü iddea edenler
ışıksız görürken
biz onları görmedik

mercek

mercek mercek dedikleri bir tuhaf cam
hem o cam
sanmayin ki
topraktan fırlayıverdiği gibi kazanmışır bu hünerini
yontula
yontula
yana
yakıla
evrile
çevrile
mercek
merçek olur

8 Mart 2009 Pazar

dizimde uyuyorsun

dizimde
uyuyorsun

mışıl


bulutlu köyün tanrısı
bir yavru kedi

mışıl

kuyruğuna bağlamışlar turuncu toka


mışıl

ırmak
sıra
bir arsız oğlan peşinde

mışıl

boşuna dememişler
patileri
çekirdekleri küçük bir meyve

diye

hop

bak işte ırmağı geçti bile

mışıl ...

tabir-i

uçarı bir
öpücük

mucuk

3 Mart 2009 Salı

ersin'e/ bu kent adamlarından değilsin sen


bu kent adamlarından değilsin sen
aklın hep küçük köylerde
kasabalarda
/nerdeyse ..........bile
haritayla çıkacaksın/
seni burda tutan ne var
sahi
senin evin nerde
seni burada tutan ne
seni aşkta tutan ne